Hissizleşmek
- Tuğba Emer
- 17 Eyl
- 1 dakikada okunur

Bazen öyle bir noktaya geliyoruz kki ne sevinç dokunuyor kalbimize ne de acı. Sanki içimizdeki bütün teller kopmuş, hiçbir şeye titremez olmuş gibi Gülüşlerimiz sahte bir perde, gözyaşlarımız ise artık akmaz oluyor. İşte buna hissizleşmek diyoruz.
Hissizleşmek aslında bir anda olmuyor. İnsan yavaş yavaş, damla damla doluyor, yoruluyor, kırılıyor ve sonunda kalbini korumak için duvarlar örüyor. Bir zamanlar küçücük bir sözle incinen kalbin, gün geliyor en ağır cümleleri bile duymazdan geliyor. Çünkü yorulmuşsun, çünkü tükenmişsin.
Ama işin en acı yanı şu: Hissizleştiğinde sadece acıya kapanmıyorsun, mutluluğa da kapanıyorsun. Güzel bir anın tadını çıkaramıyor, samimi bir gülüşün içine bırakamıyorsun kendini. Sanki hayatı uzaktan izleyen bir seyirci gibi oluyorsun.
Belki bu bir savunma mekanizması Belki de kalbimizin hayatta kalma çabası. Ama biliyorum ki insan kalbi hissiz yaşamak için yaratılmadı. İçinde hep o küçük kıpırtı, o umut tohumu var. Ne kadar taş kesilmiş olursak olalım, bir gün küçücük bir şey bizi yeniden hissettirebiliyor Bir çocuğun masum gülüşü, yağmurun kokusu ya da hiç beklemediğimiz bir anda duyduğumuz güzel bir sözz
Hissizleşmek geçici bir durak belki, kalbimizin dinlenmeye çekildiği bir mola yeri. Ama orada sonsuza kadar kalmamalıyız. Çünkü hissederek yaşamak, acısıyla da olsa, insana hayatı hissettiren en büyük armağan.
Ve biliyorum; hissetmeye cesaret ettiğimizde, kalbimiz en derin yaralardan bile yeniden doğabiliyor. 🌿



Yorumlar